ANKARA-BHA
Prof. Dr. Zakir Avşar, “Geleceğin Türkiye’si nasıl olmalı?” başlıklı yazısında özetle şunlara yer verdi:
“Bazı partiler, kurumlar kişiselleşmiş olsa da, yolsuzluk ve hırsızlık zanlılarını kurtarma topluluğuna dönüşse de bizlerin ülkemize ve milletimize karşı sorumluluğumuz devam ediyor. Geleceği düşünmek ve yarınlara yönelik çalışmak zorundayız.
Şikayet ettiğimiz ne varsa yarınlarda olmaması için başka da bir şansımız yok…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren ekonomik bağımsızlık ve milli kalkınma, devletin temel hedeflerinden biri olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ifade ettiği üzere, “Siyasi bağımsızlık ancak iktisadi bağımsızlıkla birlikte anlam kazanır.” Bu temel anlayış, 1920’lerden itibaren başlayan sanayileşme planlamaları ve özellikle savunma sanayiinde dışa bağımlılığın azaltılması yönündeki girişimlerde kendini göstermiştir.
Ancak tarihsel süreç, bu milli kalkınma vizyonunun önünde engellerin olduğunu da göstermiştir. Erken Cumhuriyet döneminde birçok yerli girişimci, özellikle savunma sanayii alanında attıkları adımlarla Türkiye’nin kendi kendine yeterliliği yolunda umut vadetmiş; fakat içerden ve dışardan sistematik tasfiye operasyonlarına maruz kalmışlardır…
Örnekler çoktur… 1925 yılında kurulan ilk özel savunma sanayi şirketi olarak Şakir Zümre’nin girişimi, o dönemde Türkiye’nin mühimmat ihtiyacını karşılamak amacıyla el bombası, deniz mayını ve uçaksavar mühimmatı üretmiştir. Bu girişim, büyük teknik başarı olduğu gibi, aynı zamanda bağımsızlık perspektifinin somutlaşmasıydı. Ne var ki, 1940’ların başında uygulanan ithalat politikaları, yerli üreticilerin önünü tıkamış, bu alandaki girişimler büyük oranda geri plana itilmiştir. Şakir Zümre’nin savunma sanayi fabrikası soba fabrikasına dönüşmüştür…
Benzer şekilde, Nuri Killigil tarafından İstanbul Sütlüce’de kurulan silah ve mühimmat fabrikası, 1949’da yaşanan şüpheli patlama ve Killigil’in ölümüyle gölgelenmiştir. Dönemin belgelerinde dış kaynaklı sabotaj iddialarının yer alması, sadece teknik veya ekonomik değil, aynı zamanda jeopolitik güç mücadelelerinin de yerli girişimlerin önünü kesmek için kullanıldığını göstermektedir.
Havacılık alanında ise Nuri Demirağ’ın 1936’da kurduğu uçak fabrikası ve geliştirdiği Nu.D.36 ile Nu.D.38 modelleri, Türkiye’nin sivil havacılık kapasitesini geliştirme yönünde önemli bir adım olmuştur. Ancak Türk Hava Kurumu’nun sipariş iptal kararları ve fabrikanın kapanışı, yerli havacılığın büyümesinin sistematik biçimde engellendiğine dair somut kanıtlar sunmaktadır.
Vecihi Hürkuş’un yaşadığı lisans alamama ve projelerinin reddedilmesi, bu sürecin sembolü haline gelmiştir. Hürkuş’un havacılık tarihimizden silinmesi, sadece bir bireyin kaderi değil, aynı zamanda milli sanayi hafızasının kasıtlı olarak zayıflatılmasıdır.”