İşte o önemli açıklamalar;
Toplumsal Psikolojide ‘Adalet Algısı’ Çok Önemli!
Hukuk Profesörü Seyithan Deliduman; ‘’Toplum hayatında adaletin gerçekleşmesi son derece önemlidir. Ancak bunun kadar önemli olan diğer husus ise adaletin gerçekleştiğine (var olduğuna) ilişkin algıdır. Toplumu oluşturan bireylerde, adaletin olmadığı yönündeki yaygın algı ve kanaat bireylerin akıl ve ruh sağlığını olumsuz yönde doğrudan etkilemektedir.” Bilgisini paylaştı.
Dolayısıyla Devletin en önemli görevleri arasında yer alan ülke düzeyinde adaletin sağlanması ve aksi yönde kanaat oluşturan sebepleri ortadan kaldırmak olmalıdır, diyen Prof. Dr. Seyithan Deliduman:”Hukuk düzeninin toplumsal barışın sağlanmasına yeterli katkıyı sunmaması durumunda adalet mekanizmasının yerini hukuk dışı yapılar alır ve daha önemlisi toplumu oluşturan bireylerde nörolojik travmalar baş gösterir. Bu durum hızla toplumsal barışı bozar ve kaosa zemin hazırlar. Halihazırdaki durum tolere sınırının zorlandığına ilişkin alarm görümündedir. Hızla gerekli tedbirlerin alınması elzemdir. Ancak evvela hızla yeterli farkındalık oluşturulmalıdır.” Vurgunusu yaptı.
Kişiyi ön plana çıkaran popüler kültür, “ben” ve “haz” duyguları önceliklidir
TRT Denetmeni Araştırmacı yazar Mehmet Memdoğlu; Günümüz iletişim çağında, popüler kültür sadece bir bölgede değil, dünyanın birçok bölgesinde etkin olmakta ve hâlihazırda da baskın olma hali devam etmektedir. Bu hızla yayılmaya devam ederse, önümüzdeki yıllarda da “küresel kültür” olarak baskın çıkacak ve dünyadaki birçok kültürü yok edecektir. İnsana zevk ve eğlenceyi özendiren, “Hollywood” kültürü olarak da adlandırılan popüler kültür, ben merkeziyetçiliği ve narsizmi topluma dayatıyor. Kişinin kendisini ön plana çıkaran popüler kültürde, “ben” ve “haz” duyguları önceliklidir. Bu da sadece kendisini düşünen, egoist insanların toplumda çoğalmasına neden olmakta.” İfadelerine yer verdi.
Popüler kültürün bir başka olumsuz etkisi de insanı toplumdan uzaklaştırıp, yalnızlaştırmasıdır. Günlük yaşamda yalnızlaşan ve ruhsal sıkıntıları olan insanın mutlu olması mümkün değildir. Ruh sağlığı yerinde olmayan bir ferdin, mutluluğu kimyasal bileşenli maddelerde aramaya başlaması, popüler kültürün dayatmasıdır, diyen ” Memdoğlu; Popüler kültürün figürü olmamak ve evrensel manada bir “değer” kazanmak için öncelikle kendi kimliğimizi ve kültürümüzü korumakla mükellefiz. Ahlaki değerlerimiz ışığında, kendi kültürümüzü koruyarak, “küresel kültür hegemonyasına” karşı durmak, şiarımız olmalıdır.” Diyerek sözlerini noktaladı.
Vakaları önlenmek için “acil eylem planı” oluşturulmalıdır!
Sosyolog ve terapist Şükran Şensözen; “Dünyada ve Türkiye’de özellikle son yıllarda teknolojinin ilerlemesiyle birlikte bireyin sosyal hayattan soyutlanarak yalnızlığa itilmesi, bu duruma eklenen sosyoekonomik faktörler çevresel etkenler, aile yapısı, genetik faktörler gibi birçok durumun kişinin psikolojik, psikiyatrik ve nörolojik sorunlar yaşamasına zemin hazırlamaktadır” dedi.
İnsanın temel ruhsal ihtiyaçlarından olan sosyalleşme ve paylaşım giderek azalmakta, insanların özellikle genç neslin birçoğu, zamanının çoğunu dijital mecralardasosyalleşmekten, aidiyet mefhumundan uzaklaşarak içsel bir çöküntünün olduğu yalnızlık, ardından yaşanan olumsuzluklarla birlikte psikolojik çöküntü, psikolojik psikiyatrik ve nörolojik vakaların ortaya çıkışını hızlandırmaktadır, açıklamasında bulunan Sosyolog Şükran Şensözen, Bu psikolojik ve nörolojik vakalarda ki artış ise hastane ve kliniklerde aşırı hasta yoğunluğuna sebep olmaktadır. Bu konu ile ilgili psikolojik ve nörolojik vakaların oluşmadan önlenmesini sağlayıcı programlar ivedilikle oluşturulmalı ve eylem planı da sürdürülebilir olmalıdır.” Uyarısında bulunarak sözlerini noktaladı.
Adil paylaşım Ruh sağlığı açısından çok önemli!
Aile ve Sağlık hukukçusu Avukat Fatma Çatal Yiğit; “özelliklede çocuklar ve gençlerimizi bu ahlaki, sosyal ve psikolojik erozyondan korumak kamu düzenine ilişkin olup, devletin güvencesi altındadır. Çocukların ruh ve beden sağlığını korumak sosyal devletin sorumluluğudur. Türkiye Cumhuriyeti, 1982 Anayasasında da açıkça ifade edildiği üzere, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir, Kaldı ki; “Devletimizin tüm kurum/birimleri bu anlamdaki politikalarıyla işlevselliğini çok doğru bir şekilde zaten sürdürmektedir.” Dedi.
Fatma Çatal Yiğit, Sosyal devlet, devletin sosyal adaleti ve sosyal barışı sağlamak adına ekonomik ve sosyal hayata aktif müdahalesini gerekli ve meşru gören’ herkese insan onuruna yakışır asgari bir hayat seviyesi sağlamayı şiar edinen anlayıştır. Sosyal hukuk devleti güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani, sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir. Hukuk devletinin amaç edindiği kişinin korunması, toplumsal adaletin sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir. Bugün yürürlükte olan Anayasa hukukumuz çerçevesinde; sosyal hakları ile ilgili ilk anayasal ilke ‘’Sosyal Devlet’’ilkesidir. Sosyal devlet ilkesi ekonomi, sosyal ve kültürel yönden görece dezavantaj/zayıfların korunmasını devlete görev olarak yükler. Çocuğun zayıflığı ve bağımlılığı yaşı gereği doğaldır. Bu nedenle, sosyal devlet, toplumun en zayıf kesimi olan çocukların mağduriyetlerini gidermek adına ekonomik, sosyal, kültürel tüm hukuki önlemleri almakla yükümlü.” Vurgusunu yaptı.
Ancak toplumsal olarak bizlere çok şey düşüyor ki, mutlak suretle dayanışma içinde olmalıyız. Öyle ki, Hukuk düzeni içinde çocuk ve birey haklarının tesisi önemli olup, ferdi haklarına saygı gösteren toplumlar, gelecekte daha adil, eşitlikçi ve sürdürülebilir bir dünya yaratmak için önemli bir adım atmış olurlar. Diyen Fatma Çatal Yiğit, “Tüm bu nedenlerle olası travma veya olası bir toplumsal dejenerasyonun erozyona uğramasına neden olan tüm faktörlere karşın topyekün taşın altına elimizi atmamız gerekmektedir. Aksi takdirde gelecek nesillere sosyolojik ve sosyo ekonomik açıdan dejenere edilmiş bir kültür miras bırakmış oluruz. Yarınlarımızın teminatı olan yavrularımıza bunu yapmaya milletçe hakkımız yok!.” Diyerek sözlerini noktaladı.
Toplumsal Dayanışma ve İyileşme Sürecini Hızlandırabiliriz!
Kamu Güvenliği ve Asayiş Düzenine destek amaçlı önleyici hizmetler kapsamındaki kamu yararlı birçok projeye imza atan Sosyal Hizmetler ve İletişim Uzmanı Taner Akkuş, “Toplumda yaşanan travmatik olay nedeniyle yaşanan gerginlik sosyal ilişkilere de yansıyabilir. Olayı yaşamamış veya fazla etkilenmemiş kişilerin tepkileri farklı olabilir, bu da olaydan etkilenen kişilere kendini anlaşılmamış hissettirebilir. İş hayatında, okulda, arkadaşlık ve aile içi ilişkilerde sorunlar yaşanabilir. Bu durumlarla birlikte huzursuzluk, güvensizlik, reddedilmiş hissetme, aşırı yargılama ve suçlama, her şeyi kontrol etme isteği, çevremize ve olaylara olan ilgimizin azalması gibi tepkiler ortaya çıkabilir. Bu stres tepkileri, yaşanan olağandışı bir olaya normal tepkilerdir. Genellikle bir süre sonra bu tepkiler büyük ölçüde azalır. Bu süreçte duygusal iniş çıkışlar normaldir ve zamanla duyguların şiddeti azalabilir. Bu zamanı kendimize tanımak önemlidir. Olayı yaşayan diğer insanlarla duygularımızı paylaşabiliriz.” Önemini vurguladı.
Olay sonrası mümkün olduğunca alışık olduğumuz günlük işlerimizi ve rutinimizi sürdürmeye çalışmalıyız. Olayla ilgili haberleri seçici bir şekilde takip etmeli, korunmamıza yardımcı bilgileri izlemeliyiz. Bizi ve ailemizi daha fazla etkileyecek görüntü ve yorumlardan kaçınmalıyız. Şeklinde uyarılarda bulunan Taner Akkuş; “Toplumun da bireyde olduğu gibi yaralarını sarması için yaşananları ve bunlar sonucunda kendisinde açığa çıkan tepkileri kendi hafızasında bir yere yerleştirmesi önemlidir. Yaşananların göz ardı edildiği ve paylaşılmadığı durumlarda toplumlarda karmaşa duygusu, tahammülsüzlük, iyi niyetten emin olamama ve gerginlikler ortaya çıkabilir. Hatırlamanın kolektif psikolojik sağlık üzerinde iyileştirici bir etkisi vardır. Toplumsal düzeyde hatırlamak, yaşanan olaya ilişkin yeni anlatım oluşturabilmeye ve böylece travmanın etkileriyle baş edebiliyor olmaya yardımcı olur. Bu durum toplumsal olarak bir sorumluluk bilincini de beraberinde getirir. Bu anlamlandırma sürecinde duyguları paylaşmak ve ifade etmek gerekir.” Dedi.
Toplumsal travmaların atlatılmasında içinde yaşadığımız kültürün yeri büyüktür. Parçası olduğumuz kültürün ritüeller, anmalar vb. yöntemleriyle kendimizi ifade etmek, duygularımızın düzenlenmesini destekler. Kendimizi iyileştirmenin yolunu açar ve yalnız hissetmemizin önüne geçer. Kendimizi bu şekilde ifade edebilmemiz için güvenilir bilgilere ulaşabileceğimiz, duygu ve düşüncelerimizi rahatça ifade edebileceğimiz bir alana gereksinim duyarız. Yaşananlarla toplumca yüzleşerek onarımın yolunu açacak mekanizmaların varlığı, travma ile bireysel ve toplumsal düzeyde baş etme ve iyileşme için çok önemlidir. Vurgusunda bulunan İletişim Uzmanı Taner Akkuş; “Güncel hayatta sorumluluk almak, yardım faaliyetlerinde yer almak, hakkını aramak gibi aktif uğraşlar içerisinde olmak çaresizlik hissinden uzaklaşmaya yardımcı olabilir. Özellikle aile yaşamı, sosyal yaşam, iş yaşamı gibi farklı alanlarda giderek bozulmalar oluyorsa psikolojik ve/veya psikiyatrik desteğe başvurmak gerekir. Böyle durumlarda, bir ruh sağlığı uzmanından destek alarak yaşanan durumu anlamlandırmak ve geçmişle şimdi arasında bir bütünlük sağlayabilmek yararlı olacaktır. Unutulmamalıdır ki her bireyin ve toplumun travmayı atlatma süreci farklıdır. İhtiyaç duyduğunuz destek ve yardımı almanız, bu anlamda önem taşır. Profesyonel yardım arayışından çekinmeyin ve destekleyici bir toplumsal çevre oluşturmaya yönelin.” Yönlendirmesi yaptı.
Toplumu sosyolojik olarak değiştirmek isteyenler, bu konuya mazeret olarak, sosyal hayatın getirdiği zorlukları gerekçe olarak gösteriyorlar.
Türkiye Tanıtma Platformu yöneticisi Mehmet Hacıismailoğlu; “Bu konu hafife alınacak bir konu değil! Psikiyatri ve psikoloji insanı tanıma, anlama ve özellikle de değiştirme açısından önemli rol üstlenmektedir.” Dedi.
Son yıllarda yapılan dizi ve filmlerde itina ile bu konu üzerinden senaryo yazılması boş değil! Hele uluslararası film sektörünün kimlerin elinde olduğunu bildiğimizde konunun aslında insanı ıslah etme noktasından, istenilen insan kimliğine doğru götürdüğünü görmek zor değil diyen Hacıismailoğlu; “Önce yabancı filmlerle film sektöründe yer almaya başlayan bu konu son birkaç yıldır ise dizi filmlerimizde sıkça karşımıza çıkıyor. Toplumu sosyolojik olarak değiştirmek isteyenler, bu konuya mazeret olarak, sosyal hayatın getirdiği zorlukları gerekçe olarak gösteriyorlar.” Burada toplumun gerçek anlamda psikolojik bir darbe yaşadığı kesindir. Uzun zamandır yaptığım çalışmalar gösterdi ki, toplumumuz daha önceki kültür ve inanç açısından nasıl asimile edilmek istendi ise, şimdide psikolojik bir asimile çalışması yürütülmektedir. Bu konu üzerine bilimsel çalışmaların yanı sıra, toplum karakterini değiştirme, ulusal kimliği zedeleme ve tek dünya yönetimi projelerini hesaba dâhil etmek şarttır. Diyerek, sözlerini tamamladı.
İhtiyaçlarını karşılayamama korkusu, toplumsal travmaya dönüşür
Uluslararası İş İnsanları Ve Diplomatlar Birliği Başkanı Musa Karademir; “Toplumsal travma hali, genellikle savaş sırasında ve savaş sonrasında yaşanan bir realitedir. Ölüm kaygısı ve elbette gelecek kaygısı, ontolojik olarak ayakta kalmayı sorgular hale getirir. Kişi de oluşan en kötüsü olacak belirsizliği, anksiyeteye neden olmaktadır. İhtiyaçlarını karşılayamama korkusu, öğrenilmiş veya dayatılmış çaresizlik durumu bireylerde oluşmaya başladıkça, bireyden topluma (tikelden-tümele) çarpan etkisiyle, toplumsal travmaya dönüşmeye başlar” Dedi.
İnsanların geleceği olduğu gibi, toplumlarında bir geleceği vardır. Toplumu oluşturan bireyler topluluğu (yığın/halk), anayasa, yasalar, devlet kurumları, gelenek, görenek, inanç çerçevesinde bir ülke/vatan oluştururlar. İç ve dış güvenlik dahil olmak üzere de örgütlenirler. Dünyada yaşanan siyasi ve askeri olaylar, hem ülkemize, hem de çevre bölgemize sirayet etmiş durumdadır. Diyen, Karademir; “11 Eylül Saldırıları sonrasında son 20 yılda bölgemizde yaşanan işgaller, göç, mülteci akını, terörizm elbette ülkemizde kaygıları artıran en temel problemlerdir. Ekonomik, siyasi, hukuki açıdan güvende olmak ve geleceğimizi bizlerin şekillendireceği yeni bir yaklaşım ve oluşuma ihtiyaç vardır. Aksi takdir de bireysel kaygılar, korkular artıkça, toplumun geneline etki eden bir evrilme yaşabiliriz.” Vurgusunda bulundu.
Ancak travmatik olayın öncesi ve sonrasındaki koşullar, çevresel faktörler, olayın nasıl geliştiği gibi noktalar travmanın boyutu ve şiddeti üzerinde etkili olur. Bu yönleriyle toplumsal travmalar, bir toplumun güvenlik zeminini derinden sarsabilir. Birlik olma duygusu ve dayanışmanın güçlenmesiyle güvenlik zemininin yeniden yapılanması sağlanabilir, diyen Musa Karademir:”Doğal afetler, kazalar, savaşlar ve politik, etnik, dini ya da cinsiyet temelli şiddet olayları gibi toplumsal travmalar sadece travmayı yaşayan bireyleri değil, bu duruma doğrudan ya da dolaylı biçimde şahit olan tüm kişileri etkileyebilecek durumlardır. Dolayısıyla bu tarz süreçlerde çaresizlik, tedirginlik, acı, kayıp hissi, öfke, donukluk, yabancılaşma, yalnızlık gibi pek çok duygunun yaşandığını görmemiz doğaldır. Kimi insanlar için yaşanan olaylarla ilgili konuşmak, bilgi almak ve paylaşmak çok önemliyken; kimisi için herhangi bir bilgilenmeden uzak durmak tercih sebebidir. Sürekli tehdit altındaymış gibi hissetmek, ağlamaklı olma hali, o esnada bir tehlike olmasa bile irkilme, huzursuz edici bir takım düşünceler ve imgeler zihinde tekrarlıyor olabilir.” Dedi.
Toplumsal ve bireysel belleğimize yazılan travma, hakikat ve adalete olan inancımızı ve toplumsal dayanışma ve birlikte yaşama gücümüzü zayıflatır
Ahde Vefa Platformu Başkanı Nuran Kırlak; “Toplumsal travma, belli bir topluluğa yönelik insan eliyle sistematik olarak uygulanan, o topluluğun sosyal, kültürel, psikososyal ve ekonomik yapı taşlarını sarsan, geçmişini ve geleceğini tahakküm altına almayı amaçlayan müdahalelerin yol açtığı toplumsal sonuçlardır. Travmatik bir olaya maruz kalmış topluluklar, maddi ve manevi olarak yaralanırlar. Travma görmezden gelindikçe, normalleştirildikçe ve travmaya yol açan sebepler ortadan kalkmadıkça bu yara nesilden nesile aktarılarak büyür. Toplumun geri kalanı mağdurların yaşadığını bilmedikçe de yaşanan acıları önemsemez ve iktidarın dilini kullanarak, zaten travmatize olmuş grupları kriminalize eder. Böylelikle toplumsal ve bireysel belleğimize yazılan travma, hakikat ve adalete olan inancımızı ve toplumsal dayanışma ve birlikte yaşama gücümüzü zayıflatır.” Önemine dikkat çekti.
Toplumsal travmaların yarattığı olumsuz durumların ortadan kalkması için zamana ihtiyaç duyulur. Bu süreçte duygusal iniş-çıkışlar kendini gösterir. Temel ihtiyaçların eksiksiz karşılanması, bu sürecin daha kısa sürmesini sağlar. Diyen Nuran Kırlak: “Kişinin fizyolojik açıdan kendine dikkat etmesi gerekir. Böyle zamanlarda kişinin zor dönemleri üzerine düşünüp bu zorlukları nasıl atlattığını hatırlaması kendisini daha güçlü hissetmesini sağlar. Bu dönemlerde kişinin sevdikleriyle zaman geçirmesi ve duygularını paylaşması büyük önem taşır.” Diyerek, sözlerini tamamladı.
Teknoloji canavarının bağımlısı gençlerimizin tramvatik durumumu daha vahim?
Kişisel Gelişim ve Eğitimci yazar Hazal Çelikdemir; “Özellikle dünyanın maruz kaldığı pandeminin yarattığı toplu ölümler, pandemi sonrası meydana gelen patlamalar, gıda pahalılığı, savaşlar ,ülkemizde meydana gelen deprem felaketinin acı tablosu bütün insanlık için ve her birey için oldukça travmatik ve tedavisi uzun süreçli psikolojik vakalar oldu” dedi.
Pandemi sürecinde başlayıp ölüm korkusu tedavisi gören, sürekli maskeyle dolaşan sosyal hayattan kopmuş yalnızlık hastalığına yakalanan, kimseye güvenmeyen insanların tramvatik durumumu yoksa teknoloji canavarının yuttuğu bağımlı gençlerimizin tramvatik durumumu daha vahim? İfadelerini kullanan Hazal Çelikdemir;”Toplumun ahlak ve huzurunu rencide eden, alkole, ensest ilişkilere özendiren, aile kavramının yüceliğini ayaklar altına alan televizyon dizileri toplumda infilak yaratacak tramvalara imza atıyor. Keza gençlerin beyinlerini zehirleyen sosyal medya fenomenliği ve düştüğü tuzaklarda ayrı bir tramvadır. Toplumun ve milletimizin huzurunu, sağlığını bozan nörolojik ve psikolojik hasar bırakan tramvalara karşı devletimizin acil çözümler üretmekte ancak, milletçe bizler de bu duruma önem vererel hizmetlere destek vermemiz gerekir.” Diyerek, açıklamalarını sonlandırdı.
Televizyon dizilerinde”Gerçek Hayattan Alıntıdır” alt yazısıyla, kederli hikayelerin servis edilmesi, durumu daha da karmaşık hâle sokuyor.
Edebiyatçı Eğitmen yazar Güler Demirhan; “Ülkemizde peşpeşe yaşanan ve insan psikolojisini fazlasıyla yoran; pandemi, deprem, sel gibi felaketlerin yanı sıra, sık sık şehit haberlerinin gerçekleşmesi toplumumuzda ümitsizlik, yoğun kaygı bozukluğu, hüzünlü ve depresif bir hâle sokmakta iken, nefes almak için açılan Televizyon dizilerinde ise “Gerçek Hayattan Alıntıdır” alt yazısıyla, kederli hikayelerin, yoğun bir şekilde servis edilmesi, durumu daha da karmaşık hâle sokuyor.” Dedi.
Diğer yandan eskiye nazaran TV, İnternet (sosyal medya) gibi iletişim araçlarının daha görünür olmasıyla, çok uzaklarda da olsa, tüm olumsuz ve travmatik manzaraların sürekli göz önünde olması, insanların dâhil olup da düzeltemeyeceği olaylardan, tüm çıplaklığı ile haberdar olup psikolojik olarak hırpalanmasına ve nörolojik vak’aların artmasına sebep oluyor, bilgisini veren Demirhan; “An be an enkaz deprem bölgesindeki çaresizlik, trafik kazalarının en mahrem savrulmuş halleri, Filistin’de bombalanan hastane görüntüleri, çocukların ve annelerin çaresizliği, cesetler, kopan kol ve bacaklar vs vs derken bardak doluyor. Biraz neşelenip rahatlamak istese, toplumun “böyle zamanda eğlenilmez!” duvarına çarpıyor. Kişiler, dâhil olup düzeltemeyeceği konulardan kendisini arındırıp; kendi üretkenliğine işine ve çevresine yönelmesi, kendilerine iyi gelecek aktivitelere ağırlık verilmesi, ümit aşılayan film ve programların takip edilmesiyle iyileştirici ve onarıcı bir boyuta geçilir kanaatindeyim. Tüketemeyeceğimiz her gıdayı almamız nasıl beden sağlığımızı bozuyorsa, psikolojimizin kaldıramayacağı her travmatik vak’ayı görmek/bilmek de ruh sağlığımızı bozuyor.” Şeklineki açıklamalarına noktayı koydu.